Yaşam bazen sadece altı sözcüktür: “Ben Türk`üm, akrabalarım Türk topraklarında yaşıyorlar”Vedat LEVENT“Bu kanunları Türk Yahudilerine tatbik edemezsiniz. Çünkü benim ülkemde din, dil ırk ayrımı yoktur. Benim vatandaşlarımın belirli bir kısmına belirli zorunluluklar dayatmak bizim kanunlarımıza aykırıdır”
İnsanlığın unutulduğu bir dönem
Fransa ve Behiç Erkin
1939da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Avrupadaki karışıklığı göz önüne alarak Behiç Erkine Almanya ya da Fransaya büyükelçilik teklifi sunar. Erkin, bu teklifi şöyle yanıtlamıştır: Ben Almanca bilmem, Almanları da fazla sevmem, Fransızca konuşmayı da biliyorum o yüzden Parisi tercih ederim.
Erkin, 31 Ağustos 1939da Pariste göreve başlar. Ertesi gün ise Almanya, Polonyaya girer ve 2. Dünya Savaşı başlar. Türkiyenin o dönemde Avrupada prestiji yüksektir. Zira savaş bu kadar yakın olmasına rağmen, birçok gazetenin manşetinde 31 Ağustos günü Nouvel Ambassadeur de la Turquie Yeni Türkiye Büyükelçisi başlığıyla Erkinin göreve başladığı duyurulur. Hatta gazetelerden bir tanesi Kurtuluş Savaşında yaptıklarından dolayı LAmbassadeur Extraordinaire-Olağanüstü Büyükelçi manşetini atar. Gazete, geleceği görmüştür
Göreve başlamasından birkaç ay sonra Almanlar Fransaya girer. Paris işgal edilir. Hükümet Vichyye taşınır. Fransız Hükümeti de aynı kentte bulunan Park Hotele yerleşir.
Almanlar, ülkeye girer girmez Yahudilerin haklarını kısıtlayan kanunlar çıkmaya başlar. İlk çıkan Yahudi kanunları, Yahudilerin kamu hizmetlerinden, işlerinden çıkarılması ve sahip oldukları işletmelere geçici Hıristiyan yöneticiler atanması şeklinde olur. Bununla beraber Yahudilerin bankalardaki paralarına da el koyulmaya başlanır.
Türk kökenli Yahudilerin bu kanunlar yüzünden mağduriyet yaşadığını gören Erkin ilk itirazlarını resmi olarak yapar. Bu kanunları Türk Yahudilerine tatbik edemezsiniz. Çünkü benim ülkemde din, dil ırk ayrımı yoktur. Benim vatandaşlarımın belirli bir kısmına belirli zorunluluklar dayatmak bizim kanunlarımıza aykırıdır der.
İtirazı Alman ve Fransız otoriteleri tarafından kabul görmez. Bu sefer Erkin, başka bir itiraz yöntemi bulur: Israr! Sürekli otoritelere itiraz mektupları gönderir. Bu itirazları uluslararası platformda da dikkat çekmeye başlar. Amerikan Büyükelçisi, bir gün ziyaretine gittiği Erkine şöyle sorar: Bu kanun kendi içerisinde bir ayrımcılık yapmadığı için niye itiraz ediyorsunuz? Bunun üzerine Behiç Bey: Sayın büyükelçi, bizim ülkemizde din, dil, ırk ayrımı yoktur ve Yahudilere bu yapılan yanlıştır, insanlık dışı bir şeydir! Benim esas anlamadığım sizin ABD olarak bu insanlık dışı uygulamalara nasıl itiraz etmediğinizdir der.
Türk Büyükelçiliği Vichyye taşınmadan önce Ankaradan Parise bir mektup gelir. Mektupta taşınma esnasında Paristeki temsilciliğin tamamen kapanması istenmektedir. Behiç Erkin, bu emre uymaz, inisiyatifini kullanır ve AnkarayaBuradaki tebaamızın Almanlar burada oldukları müddetçe mutlaka ve mutlaka bir konsolosluğa ihtiyaçları olacaktır cevabını verip Cevdet Dülgeri Pariste başkonsolos olarak bırakır. İleride Paris ve civarında yaşayan Yahudilerin Türk kimliği alıp hayatta kalabilmelerini sağlayan Behiç Erkinin bu inisiyatifi olmuştur.
Almanların Yahudilere karşı çıkardıkları ilk kanunlardan en önemlisi, Yahudi işletmelerine geçici birer Hıristiyan yönetici atamalarıdır. Bu kişiler, işletmenin satılışına kadar tüm söz hakkına sahip olacaklar, işletme satıldıktan sonra elde edilen gelirin Fransa hazinesine iletilmesinden sorumlu olacaklardır.
Bu kanuna karşı çıkan Erkin yazışmalarında hep şu düşünceyi savunur: Türk Yahudilerinin elinden alınan müesseseler Türk vatandaşlarına aittir, Türkiyenin hazinesidir. Siz bu müesseselere el koyamazsınız. Bu kanun illa uygulanacaksa, müesseselerin başına geçici olarak Yahudi olmayan Türklerin atanması gerekir.
Behiç Erkin bu durumu Ankaraya 15 Mayısta resmi bir mektupla bildirir ve mektubunda şöyle bir öneri getirir: Türkiyede ne kadar Fransız yaşıyorsa, tümünün malına mülküne el koyalım! O dönemde Fransızların Türkiyede Osmanlı Bankası gibi önemli işletmelere sahip olduğu düşünüldüğünde böyle bir hareketin Fransızlar için kabul edilemez boyutlarda bir tehdit olduğu daha iyi anlaşılabilir. Erkin, büyükelçilik çalışanı olan Türk Yahudisi Leon Mandile kendisine bir tarihçi, bir de uluslararası hukukçu bulmasını ister. Mandil, gerekli kişileri bulur ve Behiç Erkin, bir hafta bu kişilerle kapalı kapılar ardında çalışır.
Behiç Erkin, 16 Mayısta Vichy Hükümet başkanı Lavali Büyükelçiliğe yemeğe davet eder ve müsteşarından yemek esnasında bir önceki gün Ankaraya gönderdiği mektubu hazır etmesini ister. Yemeğin bitiminde Erkin, Lavali odasına davet eder. (Tarihte katil Laval lakabı ile anılan Laval dönem Fransasının en güçlü kişilerindendi. Savaş biter bitmez düşmanla işbirliği yaptığından dolayı apar topar idam edilmiştir)
Erkin, Lavale duvarda asılı duran bir tabloyu gösterir. Tabloda bir Osmanlı Paşası resmedilmiştir. Erkin, Lavale şu konuşmayı yapar: İki ülke halkının 400 seneye varan bir dostluğunun olması ne kadar güzel değil mi Sayın Fransa Hükümeti Başkanı? Bu duvarda gördüğünüz 15. yüzyılda Fransaya atanan ilk Osmanlı mümessilidir. O tarihten itibaren hep mükemmel ilişkilerimiz olmuş, hatta sadece Fransa için geçerli olan kapitülasyonlar çıkarılmıştır. Buna göre hiçbir Fransız vatandaşının malı mülkü, bu kişi ölse dahi, Padişahın servetine kaydedilemez maddesi konmuştur. Aynı şekilde Fransada yaşayan Osmanlı tebaası içinde aynı şart konmuştur. Daha sonra konuyu mallarına el konulan Türk Yahudilerine getirir. Behiç Erkin sözlerine şöyle devam eder: Zamanında iki ülke halkı dostluk içinde yaşamıştır. Karşılıklı olarak anlaştığımız kapitülasyonlar varsa, şimdi de aynı konu söz konusudur. Sayın Laval, lütfen tarihinize sahip çıkın. Ay yıldız kimliği olan hiçbir vatandaşımın, bizim için Yahudi olup olmadığı fark etmez, işletmesine herhangi bir geçici Hıristiyan yönetici atanmasın. Eğer gerekiyorsa Türkleri atayalım ve bu iş bizim kontrolümüzde kalsın. Zira buradaki tebaamızın önce canları, sonra ise malları ve mülkleri bizim milli servetimizdir ve bizim sorumluluğumuzdadır.
Laval, Behiç Beyin bu sözlerini kabul eder ve Müsteşarı Rochat ile yemekte bulunan bir devlet bakanına konuyu ivedilikle halletmelerini söyler. Bir ay geçmeden Behiç Erkinin bu talebi Fransız resmi makamları tarafından yazılı olarak büyükelçiliğe iletilir. Daha sonra Erkin, yedieminler başlıklı bir emir yazarak tüm konsolosluklara tebliğ eder. Emirde, 10 yıldan uzun süredir Fransada yaşayan, 5 senedir aynı yerde oturan, 3 senedir aynı işte çalışan, kötü sicili olmayan, evli ve çocuklu olan Müslüman Türklerin listesinin çıkarılmasını ister. Liste çıkarıldıktan sonra Erkin, bu kişileri toplar ve onlara Yahudi vatandaşların başına gelenlerin kabul edilemez ve omuzlarına alacakları yükün büyük sorumluluğu olduğunu söyler. Bu işin Türkiye için yapılması gerektiğini belirtir. Odada oturan yediemin adaylarının büyük çoğunluğu görevi kabul eder.
Almanlar, Yahudilerin mallarına göz koyduklarında karşılarında Behiç Erkini bulurlar. Öyle ki Erkin, büyük bir dirayetle katil lakaplı Fransa hükümet başkanı Lavalin karşısına çıkıp Yahudilerin mallarına el konulmamasını resmi olarak sağlar. Ancak her geçen gün Fransada yaşayan Yahudiler için çember daralır. Nihai Çözüm planları yapılmış ve mallardan sonra sıra canlara gelmiştir. Yahudiler, artık rast gele sokaklardan toplanmaya başlamıştır. Erkin tüm elçilik ve konsolosluk çalışanlarını görevlendirir. Gerekirse bu kişileri toplama kamplarının içine kadar sokar ve görevde kaldığı süre boyunca diplomatik gücünü kullanarak Alman ve Fransız otoriteleriyle yazışır. Böylece kamplara atılmış Türk Yahudilerinin serbest bırakılmasını sağlar. Toplama kampına götürülen Türk Yahudilerini kurtarmak için vagona atlayıp onlarla beraber giden ve daha sonra o vagondaki 80 kişinin kurtulmasını sağlayan diplomat Necdet Kent de Behiç Beyin bu emriyle hareket etmiştir.
Erkin, Yahudi dükkânlarına Burası bir Yahudi Müessesesidir yazılı tabela asılmasına da şiddetle karşı çıkar. Behiç Bey emir verir ve Türk vatandaşı olan Yahudilerin işletmelerinin kapısına Burası bir Türk Müessesesidir, evlerin kapısına da Burası bir Türk vatandaşının evidir yazılı tabela asılmasını sağlar.
Sonunda olan olur ve Behiç Beyi, çalışmalarından dolayı Almanyaya şikayet ederler. Berlin, Dokunmayın ancak yakından takip edin emrini gönderir. Bunun üzerine (daha sonra Vichyyi de işgal eden) Almanlar, bu şehirdeki Nazi Karargahını Türk Büyükelçiliğinin hemen yan binasına taşırlar.
O dönemde Behiç Beyin Yahudilere yardım ettiği tüm Fransada duyulur. Öyle ki Fransanın 1936da Başbakanı olan Leon Blum, arkadaşlarıyla birlikte sokakta rast gele çevrilip toplama kampına atılan oğlu için Türk Büyükelçiliğinden yardım ister. Erkin, konu üzerine konuşmaya gelen Blumun gelinine Ben şu anda buradaki Türk Yahudi tebaası adına hükümetin en yüksek mevkileri nezdinde ciddi uğraşlar veriyorum. Fakat, sizin bahsettiğiniz konu, bir Fransız Başbakanının oğludur. Eğer, ben devreye girersem, benim sahip çıkmaya çalıştığım binlerce insan konusunda sağladığım dengeleri bozabilir. Bu dengeleri iyi idare etmem lazım. Müsaade ederseniz bu konuya ben müdahil olmayayım. Ancak başbakanınız, bizim Cumhurbaşkanımız İsmet İnönüye bir mektup yazsın. Mektubu bana getirin. Benim yazacağım bir ön notla beraber eski dostum olan Cumhurbaşkanıma göndereyim ve bunu Türkiyeden halledelim. Binlerce insanın kaderiyle oynamayalım. Sonuç olarak, İnönünün çabaları sonucu Blumun oğlu kamptan kurtulur.
Bu arada Güney Fransada işler yine karışır. Yahudi Komiserliğinin başına tarihin gördüğü en büyük antisemitlerden biri olan Xavier Vallat getirilmiştir. Vallat, Güney Fransada 1941de bir nüfus sayımı yapar ve Türk nüfusunun yoğun olduğunu görür. 1938 senesindeki nüfus kayıtlarını açtırır ve tek tek karşılaştırma yapar. 1941 sayımında Türk tebaası olduğunu söyleyen 20.000 kişinin yarısı, 1938 sayımında Fransız olduğunu tebliğ etmiştir. Vallat, bu bilgiyi derhal Almanlara iletir ve Türk Büyükelçiliği ve konsolosluğunun önünde neden kuyruklar olduğunu bu şekilde tespit ettiğini belirtir. Bu kişilerin sahte Türk vatandaşı olduğunu ve bu kişilere sahte belgeler tanzim edildiğini söyler. Bu kişilerin vatansız kabul edilip Polonyaya gönderilmesini önerir.
Bu kişilere Türk vesikası verilme hikayesi şöyledir: Almanlar, Fransaya girince Osmanlı kökenli Fransız Yahudileri konsolosluklara akın etmeye başlar. Behiç Erkin, bu kişilere derhal Türk kimliği verilmesini emreder. Dönemin birinci katibi Fatin Rüştü Zorlu: Efendim, bize kimliklerini almak için başvuran bu kişilerin çoğu Türkçe bile konuşamıyor dediğinde, büyükelçi o meşhur sözünü söyler: Almanlar dil bilmez, Türkçeyi de hiç anlamazlar. Dolayısıyla bu vatandaşlarımız altı kelime ezberlesinler yeterlidir: Ben Türküm! Akrabalarım Türk Topraklarında Yaşıyorlar! Bize gelen, Türkçe konuşamayan herkese bu cümleyi öğretiniz ve vesikayı veriniz! Bu şekilde büyükelçilik ve konsolosluğa başvuran Türk olan, olmayan herkese vesika verilmiştir.
Vallatın bu hamlesinden sonra çanlar gayrimuntazam Türk vatandaşı olan Yahudiler için çalmaya başlar. Ancak Behiç Bey, Vallattan önce davranmış ve haberi bile olmadan bu sorunu daha önce yaptığı bir manevrayla halletmiştir. Behiç Bey, Fransız topraklarındaki en yetkili Alman yöneticilerinin önüne çıkar, Çanakkale Zaferi sonrası Almanlar tarafından kendisine verilen birinci dereceden Alman Demirhaç Madalyasını masanın üzerine vurarak, trenlerle bu insanları Türkiyeye gönderme planlarını kabul ettirir.
Tarihte Büyükelçinin Trenleri adıyla anılan ilk tren 1942 yılında Türkiyeye doğru yola çıkar. Bu trenin yolcularından biri de bugün hala hayatta olan ve İstanbulda yaşayan Robert Lazare Rousseaudur. Büyükelçinin trenleri yaşama gitmektedir
Yolda karşılaştıkları trenler ise ölüme
Ancak trenlerin yola çıkışına kadar Almanya-Fransa-Behiç Erkin üçgeninde birçok eşi benzeri olmayan olay yaşanır. Yad Vaşem müzesinin kayıtlarında Gayrimuntazam 10.000 Türk Yahudisinin bir ya da iki eksiğiyle tamamen Türkiyeye getirildiği yazmaktadır. Bunun yanında Türk pasaportunu hiçbir zaman bırakmamış olan 8000e yakın muntazam Türk vatandaşı Yahudi de sağ salim ülkeye getirilmiştir. Toplamda 18.000 kişi!
Başta Behiç Erkin olmak üzere, Fransada bulunan tüm Türk büyükelçilik ve konsolosluk çalışanları Fransada yapılan ırkçı uygulamalara dirayetle karşı durarak kendi öz evladını düşünen bir baba gibi Yahudilerin önce mallarını, daha sonra canlarını kurtarırlar. Bu kişiler, dünyaya insanlık dersi vermişlerdir. Bugün hepsini saygı ve minnetle bir kez daha anıyoruz.
Eğer siz de 2. Dünya Savaşı sırasında Büyükelçinin Trenleriyle Holokosttan kurtulanlardansanız, ya da kurtulanlardan birini tanıyorsanız, dünyanın neresinde yaşıyor olursanız olun, lütfen Şalom Gazetesi ile bağlantıya geçiniz!
Yazının tamamını okumak için tıklayın.